E. Said Penceresinden Filistin’e Yeniden Bakmak

“Gazze, hapishane yapılıp anahtarı denize atılmış bir şehirdir”.
John Dugard BM Raportörü

Bazı yaralar sağalmaz, arada kabuk bağlasa da hep kanar…
Filistin, 1948’den beri kanayan bir yaradır. Bu tarihten sonra fiili işgale uğramış bir ülkedir. Kendi topraklarında azınlık durumuna düşmüş “yalnız” bir milletin varoluş mücadelesinin adıdır Filistin… “Korkunç bir güç eşitsizliğine” rağmen taşla, sapanla mahremini koruyabilmenin gayretidir Filistin. Anaların dilindeki duanın adıdır Filistin…
Edward Said, Filistin’i “nankör bir dava” olarak tanımlıyor. Onun Filistin’le ilgili tespitlerine tekrar baktığımızda insanların, insan hakları savunucularının nasıl üç maymunu oynadıklarını bir kez daha bütün çıplaklığıyla görüyoruz: “Filistin uğruna kendimizden verdikleriniz yetmiyormuş gibi, bir de gördüğünüz aşağılanma, suistimal ve toplum dışına sürülmeyle kalakalıverirsiniz… Kaç dostunuz bu konuya uzak durmayı yeğlemiştir? Kaç meslektaşınız Filistin tartışmasına asla girmemekten yana tavır almıştır? Bırakın Filistin’i ve Filistinlileri, kaç iyi niyetli liberal Bosna’ya, Çeçenistan’a, Somali’ye, Ruanda’ya, Güney Afrika’ya, Nikaragua’ya, Vietnam’a, yeryüzünün başka köşelerindeki ülkelerde yaşanan insan hakları ve sivil haklar meselelerine vakit ayırmaya gönüllü olmuştur?”
Tekrar tekrar soralım, kaç iyi niyetli demokrat Filistin meselesinde şapkasını önüne koymuş, her gün öldürülen onlarca masum çocuk ve kadının hakkını savunmuştur?
Viktor Hugo’nun “Paris’te bir adam öldürülürse bu bir cinayettir, doğuda elli bin insan boğazlanırsa bu sadece bir meseledir” sözünü hatırlatarak meselenin Batılılar için gerçekte ne ifade ettiğini bir kez daha teyit edelim. Ve hatırlayalım birkaç yıl önceki haberi:
“Fransa’daki saldırıları protesto etmek için Paris’te düzenlenen Cumhuriyet Yürüyüşü’nde tarihi görüntüler vardı. 50’ye yakın ülkeden devlet ve hükümet başkanının katıldığı yürüyüşte dünya liderleri yan yana yürüdü…” (Milliyet, 11.01.2015). Göz yaşartıcı bir tablo, dünyanın insanlık için ayağa kalktığı mükemmel bir dayanışma örneği(!)… Elli değil beş devlet başkanının Filistin için, bırakın Gazze’de veya Kudüs’te kol kola yürümesini, dünyanın herhangi bir yerinde bir araya gelip yürüyebilmeleri mümkün müdür?
Ucu kendilerine dokunduğu zaman BM Güvenlik Konsey’inden her türlü kararı anında çıkaran güçler, Filistin -Ortadoğu- veya mazlum diğer ülkeler için asla çıkarmazlar. Bırakalım müdahaleyi veya ateşkesi “kınama” kararını dahi çı-kar-maz-lar!
Hadi diyelim ki BM çatısı altında böyle bir kararın çıkması doğal olarak zor; peki 57 İslam ülkesinin oluşturduğu İslam İşbirliği Teşkilatı veya Arap Ligi’nin caydırıcı bir karar alması, imkan dahilinde değil midir? Maalesef değildir… Parçalanmış, ümmet olma fikrinde fersah fersah uzaklaşmış bir yapıdan bahsediyoruz artık. Öyle ki topyekûn bir “ambargo” – devletler bazında bakılınca kalbî buğz mesabesi- kararı dahi alınamıyor. İşte bu, İslam ülkelerinin hal-i pür melâlini gösteren vahim bir tablodur!
Kadim sözü haklı çıkarırcasına; ‘nişestend u goftend u ber-hâstend’ yani; ‘oturdular, konuştular ve dağıldılar!’ Hepsi bu…
Ne yazık ki bu parçalanma sadece İslam ülkeleri arasında var değildir. Üzücü olan taraf, Filistinlilerin de onlarca akım ve partiye bölünmüş olmasıdır. Daha da ötesini söyleyelim: Fert fert her bir Müslümanın bölünüp parçalandığını görmek en trajik olanıdır… Şimdi meseleye nereden bakılması gerektiğini bilerek devam edelim:
E. Said haklı bir serzenişle şöyle diyor; “Filistinliler kendi topraklarını ellerinden zorla alan ve yerleşimleri kurmak ya da genişletmek adına evlerini yıkmaya kalkan İsrail buldozerleriyle karşı karşıya geldiklerinde, her gün rastlanan ve dakika dakika tehdidi içeren böyle bir manzara karşısında Filistinlilerin yanında çok sayıda Mısırlı ve Ürdünlü de olsaydı, bu daha farklı bir tablo ortaya çıkarmaz mıydı?”
Bu cümleden hareketle Said’in Filistin davası için neden “nankör” sıfatını kullandığını daha iyi anlamış oluyoruz aslında. Filistin diye bir yer var; yalnız ve sahipsiz… Kimsenin arkasında durmadığı, her gün biraz daha azalan, her gün biraz daha kanayan bir yer… Üstelik çoğu insan bu soruna, “Araplar ve Museviler yine birbirlerine girmişler, iki eşit taraf var ve İsrail tarafı, durmadan tacize uğrayan, mağdur olan taraf; saldıranlar ve tehdit edenler ise Araplarmış” gibi bakıyor. Yaşanan son hadisede Hamas’ın -dolayısıyla Filistinlilerin- nasıl lanse edildiğini, İsrail’in nasıl masum ve mazlum gösterildiğini hep beraber gördük.
Aslında patlak veren son olayla “demografik etkenlerden dolayı ve Filistin halkı mütemadiyen maruz kaldıkları baskılara rağmen asla haklarından vazgeçmediklerini ve bu sistemin uzun vadede işlemesi mümkün olmadığını göstermişlerdir. Hatta denebilir ki Filistinliler, zaman içinde haklarını giderek daha kararlı ve inatçı bir biçimde savunmayı da öğrenmişlerdir.” Filistin halkının haklı davasını görmezden gelerek güçlüden yana olma modası son zamanlarda vicdanları sızlatan bir olguya dönüşmüştür. Said’in ifadesiyle “entelektüellerimiz yurttaşlık bilincinden yoksun oldukları için, hep aynı noktalar etrafında dönüp durmayı matah bellemişler.” Ne yazık ki bu matahlık, kendine demokrat diyen hatta yılmaz bir insan hakları savunucusu olarak tanıtan sözde aydınlarımız için de geçerlidir. Gün, mangalda kül bırakmama günüdür!
Heyhat! Ne diyordu şair:
Toprağın üstü mezar, zevke dalmış ölüler
Can sıkmaya yetiyor canlı kalmış ölüler. (A. Karakoç)
Üzerimize serpiştirilen ölü toprağı o kadar ağır ki, ruhlarımız can çekişiyor. Vatan toprağı için değil, ruhlarımız için yeni bir “intifada”ya ihtiyaç vardır! Zira zihinlerimiz daimî bir kuşatma altında, düşüncelerimize prangalar vurulmuş, hislerimiz buzdağından soğuk, gözlerimiz sahra çölü…
Meseleye daha geniş bir perspektiften bakınca gördüğümüz manzara oldukça tuhaftır. Bir an düşünelim; Filistin lideri, kendi toprağı olan Gazze’ye geçebilmek için İsrail’den izin almak zorunda! Kendi toprağı olan Kudüs’ü işgal edip hayat hakkı tanımamakta… Evinizi, mahreminizi elinizden alıp “yerleşimci” adıyla bir başkası toprağınıza el koymakta… Bu saldırgan tutum ve tacizler kutsalınıza kadar uzamakta ve her gün daha büyük bir cesaretle gerçekleştirilmektedir. Ne yaparsınız? Öbür yanağınızı mı uzatırsınız? Yoksa elinize aldığınız taşı fırlatır mısınız?
BM Raportörü John Dugard, 2005 olayları üzerine yazdığı raporunda Gazze’yi bir hapishaneye benzetir. Sadece Gazze değil bütün Filistin bir hapishaneye dönüştürülmüştür. Ünlü şair Nizar Kabbani’nin “Resim Dersi” şiirinde bu vahim tablo şöyle betimlenir:

“Boya kutusunu önüme koyuyor oğlum
Bir kuş çizmemi istiyor benden
Kül rengine batırıyorum fırçayı
Bir dörtgen çiziyorum, üstüne bir kilit ve çubuklar
Oğlum, gözleri dehşet dolu, diyor ki bana:
“Ama bu bir hapishane…
Yoksa bilmiyor musun baba, kuş çizmeyi sen? ”
Oğlum, diyorum ona, ayıplama beni
Kuşların biçimini unuttum inan.
Oğlum kalemlerini, boya kutusunu önüme koyuyor
Bir yurt çizmemi istiyor benden
Fırça titriyor elimde
Ağlayarak düşüyorum…”
Filistinli olmak, “yersiz yurtsuz” olmaktır… Filistinli olmak, kuşların nasıl uçtuklarını unutmaktır. Filistinli olmak “çocuk”lara ebedi mahcup olmaktır…
Entelektüel İlan Pappe, cesur bir çıkışla şöyle bir tespitte bulunuyor; “derin bir tarihsel farkındalıkla meseleye baktığımda, Siyonist hareketin sömürgeci tabiatını görebiliyorum. Bu türden bir farkındalık, Filistinlilerin 1948’de etnik temizliğe uğradıklarını ve bir daha anavatanlarına dönmelerine izin verilmediğini ve bu politikayı üreten ideolojinin bugün hâlâ işler durumda olduğunu gösteriyor…”
Sanırım bizim entelijansiyamızın en büyük çıkmazı “tatlı su frengine” dönmüş olmasıdır. Bu yüzdendir ki hiçbir zaman ne Edward Said ne Nizar Kabbani ne İlan Pappe ne de bir Noam Chomsky olabilecekler!
Pappe devam ediyor: “Filistin liderliği ve aktivistlerinin sırtında iki bakımdan ağır bir sorumluluk var. Birincisi, birleşmeleri ve rızaya dayalı bir çekim merkezi oluşturmaları gerekiyor, bu merkez tüm mücadeleye kılavuzluk edecek ve bilinç sağlayacaktır. İkincisi, Filistin tarafının, ihtilaf çözüldükten sonraki döneme ilişkin üzerinde daha incelikli çalışılmış ve daha kapsamlı bir vizyona ihtiyacı var. Özellikle de hem bireyler hem de kolektif bir grup olarak İsrail toplumunu dikkate alan bir vizyona. Bu pek çok açıdan bir bağımsızlık mücadelesi; kurtuluştan sonraki güne dönük planlama ve uygun hazırlık yapılmadığı için pek çok yerde tadı kaçan mücadeleler mevcuttur.”
Bizim aydınımızın temel çıkmazlarından biri, “inisiyatif” alamamasıdır. Genellikle “malumun ilanı”ndan başka suya sabuna dokunmaz, çok sıkıştığında “slogan” atıp üzerine düşeni yapmanın rahatlığıyla köşesine çekilir!
Chomsky, Filistin meselesini yorumlarken en iyi senaryonun iki devletli çözümün gerçekçi olduğunun altını çizer ve şöyle der: “Düzenli ve acil olarak yapılması gereken, devam eden temel insan hakkı ihlallerine ve diplomatik çözümün altını oymak üzere tasarlanmış, yasadışı, ABD destekli yerleşim ve imar projelerine odaklanmak. Daha genel bir görev ise, çatışan tarafların haklı taleplerini dikkate alan bir çözüm için verilecek başarılı bir mücadelenin tem ellerini atmaya çalışmak olmalıdır.”
Said’in ifadesiyle sadece Filistin’de değil; bütün Ortadoğu’da “aileler -yaşarlarsa eğer- çocuklarına her gün yeniden bir hikâye, bir kişilik, bir kader, hatta bir dil biçmek” zorundadırlar.
Bir an durup bakalım dünyaya, bütün kavgalar mazlum ülkelerde, neredeyse bütün savaşlar Ortadoğu’dadır! Ve kimsenin aklına “neden” sorusu gelmez, gelse de bir süre susar veya susturulur. Öyle bir “kavram terörizmi” estirilir ki en masum, en temiz olan en kirli; en vahşi en kirli olan akpak hale getirilebilir!
Necip Fazıl’ın ifadesiyle “bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!”

Kaynaklar:
Entelektüel: Sürgün Marjinal Yabancı, Edward W. Said, Ayrıntı Yay. 2023.
Yersiz Yurtsuz, Edward W. Said, Metis Yay. 2014.
Kültür ve Direniş, Agora Kitaplığı, 2009
Gazaba Uğramış Şiirler, Nizar Kabbani, Mavi Yay. 1997.
Yaşamla Ölüm Arasında Gazze “Dünden Bugüne Filistin Sorunu”, Noam Chomsky & İlan Pappe, (Editör: Frank Barat), bgst Yayınları, 2011.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

AY VAKTİ DERGİSİ,  KASIM-ARALIK 2023/207. SAYI / Ay Vakti
Bocalamalar / Şeref Akbaba
Ötenazi / Ay Vakti
Olursa Sabah Her Şeye Rağmen / Yavuz Selim Yaylacı
Sarı / Bekletme beni  / Yasemin Kuloğlu
Tümünü Göster